KONYA AB’YE HAZIR
Konya Sanayi Odası danışmanı ve Sanayi Odası’na bağlı Avrupa Bilgi Merkezi Genel Koordinatör, aynı zamanda Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Doç. Dr. Şaban Çalış: “Konyalılar hem zihnen, hem kültürel, hem de diğer açılardan Avrupa Birliğine hazır.”dedi. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik perspektifi daha ileri aşamalara ulaştı. Bu komisyon raporunun açıklanmasıyla birlikte Konya’nın bir şehir olarak Avrupa Birliği’ne ne kadar hazır olduğudur. Siz Konya’yı Avrupa Birliği’ne hazır buluyor musunuz? Eğer hazır değilse, Konya Avrupa Birliği’ne nasıl hazırlanabilir? Avrupa’nın herhangi bir şehri Avrupa Birliği’ne ne kadar hazırsa Konya’da en az Avrupa Birliği’ne o kadar hazırdır. İstanbul, Ankara, İzmir Avrupa Birliği’ne ne kadar hazırsa Konya yine en az onlar kadar ve yine hatta onlardan daha fazla Avrupa Birliği’ne hazırdır. Konya ve Konya’nın hinterlandındaki Afyon, Niğde, Aksaray, Karaman, Nevşehir gibi illerle, Kulu, Cihanbeyli, Hadim, Bozkır, Güneysınır ve Beyşehir gibi ilçeleri birlikte düşündüğümüzde Türkiye’de AB’ye en hazır bölgelerimizin bu bölgeler olduğunu söylememiz gerekir. Çünkü, Avrupa Birliği’ndeki Türk nüfusunun en büyük kısmı buralardan gitmiştir. Yani bu bölgeden Avrupa Birliği’ne epey işçi göçü olmuştur. Bu bölge Avrupa Birliği’ni Türkiye’nin diğer bölgelerine nazaran daha yakinen tanımaktadır ve bu yüzden intibakta zorluk çekeceklerini zannetmiyorum. Ayrıca, Konya sanayisinin de Avrupa Birliği ile yakın ilişkileri vardır. Biliyorsunuz, ben aynı zamanda Konya Sanayi Odası’nın danışmanlığını yapıyorum. Sanayi Odası’na bağlı çalışan Avrupa Bilgi Merkezi bütün Avrupa çapındaki en etkin bilgi merkezlerinden biridir. Konyalı sanayiciler de Avrupa Birliği’ne girmeyi çok istiyorlar. Meselenin bir de böyle sınıfsal bir yanı var. Konya sanayisi Avrupa Birliği ile yakın sanayi, ticari, mali ilişkiler içindedir. Konyalı sanayiciler Avrupa Birliği’ne hazırdır. Aynı şekilde, zannederim Konya halkı da hem zihnen, hem kültürel, hem de diğer açılardan Avrupa Birliği’ne en hazır şehir ahalisinden biridir. Netice de, Konya Avrupa Birliği’ne hazır bir şehirdir. Elbette bir takım eksiklikler vardır. Ama bunlar, böyle süreçlerde her zaman yaşanır. Önemli olan, bunların çözümü için Konya halkının gerekli dirayeti gösterebilmesidir. Türk kamuoyunda, Avrupa Birliği komisyon raporunun açıklanmasından hemen sonra oluşan birtakım spekülasyonlar Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin üyeliği için müzakere tarihi vermeyeceği, verse bile bunun tam bir üyelik ile sonuçlanmayacağına dönük bazı söylentilerin yaygınlaşmasına sebep oldu. Siz konunun bir uzmanı olarak bu spekülasyon ve dedikoduların sağlam bir temele dayanıp dayanmadığı hakkında bize ne söyleyebilirsiniz? Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olarak kabul edilmeyeceği yolundaki spekülasyonlar tamamen bir varsayıma dayanmaktadır. İlişki açısından baktığınızda bunlar dedikodu olmaktan öteye geçmiyorlar. Böyle konular dedikodulardan çok yazılı belgelere ehemmiyet vermek gerek. Ortada bir takım anlaşmalar var. Daha 1960’lardaki Ankara Anlaşması’nda, Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye verdiği bir söz var. 1999 Kopenhag zirvesinde verilen bir söz var ve üstelik 2002 Kopenhag zirvesinde bu sözlerin yeniden teyit edildiğini görüyoruz. Bunlar söz derken yazılı belgelere geçmiş sözler. Altında resmi imzalar var. Ne denmiş Türkiye’ye Kopenhag kriterlerini yerine getirirsen müzakerelere geciktirilmeden başlanacaktır. Geçtiğimiz günlerde açıklanan Komisyon raporu da olumlu çıkınca müzakere tarihinin verilmeyeceği yönündeki bütün spekülasyonların bir dedikodu olmanın haricinde bir kıymet taşımadığını düşünmemiz gerekir. Tabii burada ihmal edilmemesi gereken bir mesele elbette var. Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerinde özel sorunlar olmakla birlikte, bazılarının atladığı, dolayısıyla sanki sadece Türkiye’ye özgü zannettikleri bazı kaygılar var. Türk halkı, aydınları, konu hakkında tartışanlar bazı meseleleri sadece Türkiye’ye özgüymüş zannediyorlar. Mesela Aralık’ta Türkiye’ye müzakere tarihi verilmeyebilir. Bu, ilk defa Türkiye’ye mahsus bir şey değildir. Müzakereler bittikten sonra da Türkiye Avrupa Birliği’ne üye olarak kabul edilmeyebilir. Bu da ilk defa olacak bir şey değildir. Bunun Avrupa Birliği tarihinde İngiltere, İrlanda, Danimarka gibi örneği vardır. Üstelik bunun sebebi son derece basittir: De Gaulle, İngiltere’yi Avrupa Birliği’nin entegrasyon sürecinde samimi bulmadığını söylemiş ve Avrupa Birliği’ne üyeliğini engellemiştir. De Gaulle’un vetosu nedeniyle Avrupa Birliği bu ilk genişlemesini yapamamıştır. Ayrıca bir de Norveç örneği var. Norveç müzakereler sonucu Avrupa Birliği’ne üye olarak kabul edilmiş, fakat bu kez de Norveç halkı Avrupa Birliği’ne girmek istememiştir. Dolayısıyla Norveç, Avrupa Birliği’ne üye olamamıştır. Mesela Malta müzakere tarihi aldığı halde müzakereleri dondurmuştu bir ara. Sonra tekrar başlattılar ve şimdi üye. Malta’yı müzakerelere döndürmek için Avrupa Birliği, Malta’ya mali yardımlar ve hibeler vermişti. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Avrupa Birliği zaten üye ya da aday ülkeler ile ilgili, kamuoyunu Avrupa Birliği’ne hazırlamak için birtakım programlar hazırlıyor, çeşitli hibe ve yardımlarda bulunuyor. Bu anlamda Türkiye’de bu yardımlardan yararlanıyor. Fakat bunun son tahlildeki amacı ilgili ülke ekonomileri ve kamuoylarını Avrupa Birliği’ne hazırlamaktır. Avrupa Birliği üyesi olma ihtimali olmayan ülkelere de, sözgelimi Akdeniz bölgesinde istikrarı sağlamak için çeşitli yardımlarda bulunuyor. Burada da kendisine yakın bölgelerde istikrarı sağlamaya çalışıyor. Tabii ki Avrupa Birliği kendini, kendi geleceğini, çıkarlarını düşünerek birtakım adımlar atıyor. Ben aynı şekilde,müzakere tarihi verilirse önümüzdeki on yıl içinde Türkiye’deki kamuoyunun Avrupa Birliği’ne hazırlanmasına dönük bir çok projenin Avrupa Birliği tarafından devreye sokulacağını düşünüyorum. Aynı şekilde Avrupa kamuoyunu da Türkiye’nin üyeliğini hazırlamak için çeşitli programlar hazırlanacaktı elbette; Avrupa kamuoyunun Türkiye’nin üyeliğini hazmetmesi için bir çok proje Avrupa’nın hemen her yanında yürürlüğe konacaktır. Tam da bu noktada Türkiye müzakereler bittiğinde Avrupa Birliği’ne üyeliği kendisi açısından uygun bulmayabilir. Norveç örneğinde olduğu gibi, Avrupa Birliği’ne girmeyebilir. Müzakere süreci adı üstünde bir pazarlık sürecidir. Her iki tarafında işine gelecek bir biçimde müzakereler sonuçlandırılmaya çalışılır. Tam burada Türkiye ile Avrupa Birliği üyesi ülkeler arasındaki ‘’kültürel fark’’ sorunu gündeme gelmiyor mu? Sözgelimi Le Monde’da yayınlanan bir karikatür. İşte Avrupa kültürü ile Türk kültürü arasındaki farkı alafranga tuvaletle alaturka tuvalet arasındaki farka indirgiyor söz konusu karikatür. Ayrıca Alman Stern dergisindeki o ırkçı karikatürü de unutmuyoruz. Türkiye’de Avrupa Birliği’ne üyelik tartışıldığı gibi Türkiye’de Avrupa Birliği’nde tartışılıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bu konuyu sanırım Türk kamuoyunda tartışılma biçimlerinden biraz farklı düşünmek lazım. Elbette, Türkiye’de Avrupa Birliği’ne üyelik tartışıldığı gibi Avrupa Birliği ülkelerinde de bu konu hem siyasal, hem ekonomik, hem de kültürel açılardan tartışılacak. Burada dikkat edilmesi gereken nokta şu: Avrupa Birliği’nin bugün omurgasını oluşturduğunu düşündüğümüz iki ülke Fransa ve Almanya daha 50-60 yıl önce birbirleriyle kanlı bıçaklılardı. Üstelik Avrupa kimliği bir icattır. Yakınlarda Türkçe’de de yayınlanmış bir kitabın başlığı bu konuyu yeterince açıklar. Avrupa’nın İcadı. Avrupa nasıl icat edilmiştir, kendi kendini nasıl oluşturmuştur, bu üzerinde durulmaya değer bir konudur. Bana kalırsa, Avrupa kısmen icat edilmiş, kısmen keşfedilmiştir. Özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda etkili olan modernizm Avrupalılığın icadı keşfi ve teşekkülünde merkezi bir yere sahiptir. Bu bağlamda oldukça enteresan bir konu daha var. Avrupa modernleştikçe parçalayıcı bölücü bir karakter edinmiştir. Avrupa kapsadıkları kadar dışladıklarıyla da Avrupa olmuştur. Bildiğiniz gibi Avrupa’nın dışladığı ilk unsurlar Yahudiler ve Çingenelerdir. Avrupa hala bu unsurları nasıl kapsayabileceğini,içerebileceğini tartışmaktadır. ‘Avrupa bölücüdür’ derken kendi kimliğini diğerine, ötekine göre kuran bir kimlik modeli oluşturma modeline sahiptir demek istiyorum. Bahsettiğiniz karikatürler bu dışlayıcılığın bir tezahürü. Ama Avrupa, aynı zamanda kapsayıcı bir proje de. Yani Avrupa tam anlamıyla ‘’tamamlanmış bir proje’’ değil. Tıpkı modernizm gibi değerlendirilebilir burada. Bir süreç Avrupalılaşma, Avrupa Birliği için bile bir süreç. Burada önemli olan Avrupa’nın Türkiye’yi ve Türk kültürünü kapsamaya mı yoksa dışlamaya mı yönelik bir tavır geliştireceği hiç kuşkusuz. Ben Avrupa’nın nihai anlamda Türkiye’yi ve Türk kültürünü dışlayabileceğine ihtimal vermiyorum. Çünkü böylesi bir tavır Avrupa’nın kendi idealleriyle de çatışan bir rotaya girmesi demek olur. Avrupa ülkelerindeki kamuoylarında Türkiye aleyhine gelişen tutumlar, Avrupa’nın dışlayıcı yüzüne ait tutumlar. Sözgelimi Fransız kamuoyunun Türkiye’nin üyeliğine karşı tutumlarının bu kadar sert olmasının bir sebebi bu ülkede tıpkı Avusturya’daki Raider ırkçılığı olduğu gibi Le Pen ırkçılığının güçlü olmasından kaynaklanıyor. İtalya’daki Kuzey Ligi’ninTürkiye’nin üyeliğinin aleyhinde bir tutum takınması da klasik sınıfsal dışlayıcılığın bir ürünü. Dediğimiz gibi Avrupa parçalayıcı, bölücü ve yıkıcıdır. Ama bu parçalayıcılık, bölücülük ve yıkıcılık Avrupa kavramındaki madalyonun bir yüzüdür; diğer yüzünde ise birleştiricilik, kapsayıcılık yer almaktadır. Türkiye’nin üyeliği aleyhine Avrupa kamuoyundaki tepkileri bu noktada değerlendirmek daha doğru olacaktır. Türkiye’nin üyelik perspektifi bu açıdan Avrupa için de bir sınavdır. Ancak, kültürel karşıtlıklarda bile asıl önemli olan, bu karşıtlıkları çözümleme yolundaki etkili unsurda bence siyasal iradedir. Avrupa siyasal olarak belgelere de geçtiği üzere bu irade beyanında bulunmuştur. 17 Aralık’ta da Türkiye’ye müzakere tarihi verilmesi yolunda karar verecektir, eğer kendi sözleriyle mutabık kalacaklarsa buna da mecburdurlar. (KSO BASIN MÜŞAVİRLİĞİ)